Geçen haftanın gündem konusuydu 12 Eylül. Darbecilerin ve darbelerin yargılanmasına başlanmasıyla birlikte 12 Eylül’ün yaktığı yürekler yeniden atmaya başladı. Acılar bir nebze olsun hafiflemiştir diye düşünüyorum. Ben 12 Eylül’de henüz 10 yaşında bir çocuk olmam nedeniyle yıkımları, işkenceleri hayal meyal hatırlıyorum.
12 Eylül'de her zamanki gibi yine sokakta oyun oynamaya giderken yolumuzun askerler tarafından çevrildiğini hatırlıyorum. Sabah kahvaltı sonrası sokağa çıkmamız engelleyen askere neden diye sorduk, darbe oldu, sokağa çıkma yasak dedi. Elbette terörü anarşiyi bitirmiş olmasından dolayı hiç kimse darbeyi kötü karşılamamıştı. Ancak 13 Eylül günü işkenceler olmaya başladığında ailelere ateş düştü. 12 Eylül zulmünden her yer gibi Adıyaman'da nasibini aldı.
Şimdi Doğum ve Çocuk Hastanesi olarak hizmet veren ve o dönemde halkın "Pirin Palas" olarak adlandırdığı işkencehane'de çok zulümler oldu, bir çok kişi hayatını, akıl sağlığını, vücut sağlığını kaybetti. Öyle ki, "Kara Bela" olarak bilinen Yüzbaşı'nın ve Necmettin Ergenekon adlı albayın Adıyaman'da yaptığı işkenceyi, sosyal tahribatı aradan geçen 32 yıl unutturabilmiş değil.
Geçen bir gazetede Malatya Darendeli Şeyho Karakoç'un, 12 Eylül darbesinde gördüğü işkenceleri protesto için 32 yıldan beri giydiği siyah elbisesini Kenan Evren ve 12 Eylül darbesini yapanların yargılanmaya başlaması ile sonlandırdığını ve siyah gömlek yerine 32 yıl sonra mavi gömlek giydiğini okuyunca bunun devamı da gelmeli diye düşündüm.
Bana göre, sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanması yetmez. Ayrıca bu dönemde bizzat işkence yapan ve yaptıran rütbelilerin de yargılanması gerekiyor. El konulan özel ve kamuya ait mallar araştırılmadan ve gerçek sahiplerine iade edilmeden darbecilerle tam olarak hesaplaşılamayacaktır.
20 milyar dolar buhar oldu
12 Eylül sadece halkını öldüren, işkence eden, sakat bırakan bir dönem değildi. Aynı zamanda kamu kurumlarının, vatandaşın malının yağmalandığı bir dönemdi.
Basına da yansıyan haberlerden 170 ton altının yağmalandığını ve buharlaştığını okuyoruz. Sadece 170 ton altın değil, hazineye ait gayrimenkullerin, değerli sanat eseri ve tabloların, kamu bankaları ve devlet kurumlarındaki paraların bir şekilde el konulmasını da dikkate almak gerekiyor.
O dönemde özerk bir kurum olan Sosyal Sigortalar Kurumu'nun bütün nakit parasına el konulmuş ve SSK'ya o dönemde el konulan paralar karşılığında çok düşük faizli tahviller verilmişti. Daha sonra ne bu tahvillerin ana parası ne de faizi ödenmişti. Yaklaşık 20 milyar doları bulan SSK'nın el konulan paraları da bir çok şey gibi buhar olup, bir yerlere uçtu. Sadece insanlar yara almadı, kurumlar ve devlet sistemi de çok zarar gördü.
Copyright Türkiye Rehberi 2006 - 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Gizlilik Politikası | Feragatname