Silah tüccarı olan ilk sahibinin ismiyle anılan Huber Köşkü, Cumhurbaşkanlığı'nın yazlığı olarak 1985'te Florya Atatürk Köşkü'nün yerini aldı. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün burada kalacağını açıklamasıyla gündeme gelen Köşkün tarihini, eski sakinlerinin yaşamlarını ve zaman içinde uğradığı değişimi araştırdık. İşte Boğaziçi'ne zarafet katan köşkün 150 yıllık maceralı hikayesi...
1988 yılında Cumhurbaşkanlığı'na tahsis edilen Huber Köşkü, mimarisi ve tarihiyle Boğaziçi'ne damgasını vuran, İstanbul'daki en gösterişli malikanelerden biri. Yeniköy–Tarabya yolunun üzerinde yer alıyor.
11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün zamanının büyük çoğunluğunu İstanbul'da bu köşkte geçirme kararı almasıyla yeniden gündeme geldi. Abdullah Gül, Huber Köşkü'nde ikamet eden beşinci Cumhurbaşkanı.
Kenan Evren'in görev süreci içinde kamulaştırılan ve ardından ardından Cumhurbaşkanlığı'na geçen köşk, bugüne kadar birçok resmi davete ev sahipliği yaptı. Cumhurbaşkanlarının verdiği davetler arasında en görkemli olan ve en çok konuşulanlar ise Turgut Özal ve Süleyman Demirel dönemlerinde gerçekleşti.
Huber Köşkü'nün tarihindeki bazı evreler henüz aydınlığa kavuşmuş değil. Örneğin soğan kubbeli ana binanın inşa tarihi ve mimari henüz bilinmiyor.
19. yüzyılın son çeyreğinde inşa edildiği tahmin ediliyor. Köşkün tarihiyle ilgili karanlıkta kalan bilgilerin bir sahafta bulunan ve içinde binanın tapusunun ve mimarının imzasının olduğu bir dosya sayesinde aydınlığa kavuşması bekleniyor. Belgeler şu an ismi açıklanmayan ama yeni kurulduğunu öğrendiğimiz bir yayınevi tarafından satın alınmış durumda. Beyoğlu Aslıhan Pasajı'ndaki sahaf dükkanında Halil Bingöl bu belgeleri çöpe gitmek üzereyken şans eseri görüp, kurtardığını anlatıyor: "1985 yılında Beyazıt'taydı dükkanım. Birlikte çalıştığımız hurdacılardan biri geldi ve bir avukatın vefat ettiğini, hukuk kitaplarının olduğunu söyledi. Hukuk kitapları arasında Huber Köşkü'yle ilgili dosya ilgimi çekti. Görmeseydim hepsi çöpe gidecekti. Son anda kurtardık."
22 yıl boyunca bu belgelerin sahaf dükkanında durduğunu ve kimsenin ilgilenmediğini söyleyen Halil Bingöl, mimarlık camiasına sitemli. Kitap yayımlanmadan dosyanın içeriği hakkında konuşmaktan kaçınan Bingöl, belgelerin 20 bin dolara satıldığına dair söylentilere ise açıklık getiriyor: "Bu dosya 22 yıl bende kaldı. Anlı şanlı mimarlarımız geldi, gitti. Kimse ilgilenmedi. Şimdi yeni kurulan bir yayınevi büyük bir vatanseverlikle bu dosyaya sahip çıktı. 20 bin dolar gibi rakamlar kesinlikle doğru değil. Çok cüzi bir fiyata verdim. Yayınevi, prestij yayını olarak köşk ile ilgili bir kitap yayımlayacak. Bu kitap, köşkle ilgili bilinmeyen bir dönemi aydınlatacak. Ancak kitap yayınlanıncaya kadar konuşmayı yersiz buluyorum."
Abdulaziz ile Eugenie aşkı
Huber Köşkü, 150 yıllık ömrü boyunca birçok kere el değiştirmiş. Zenginliği dillere destan sahiplerinin maceralı yaşamlarını anlatmaya bir şehir efsanesiyle başlayalım. Rivayete göre, Sultan Abdulaziz ile Fransa İmparatoru 3. Napolyon'un eşi İmparatoriçe Eugenie arasında 1869 yılında bu köşkte bir aşk yaşanmış. Ve Sultan, köşkü yasak aşkı bilen İmparatoriçe'nin nedimesine sus payı olarak hediye etmiş. Tarihi kaynaklar, Sultan Abdulaziz'in 3. Napolyon'un davetiyle 1867'de Paris'te bir serginin açılışına katıldığını ve ardından da imparator ile kurduğu temaslarla bir Batı Avrupa seyahatine çıktığını doğruluyor. Ancak aralarında aşk yaşandığına dair bir belge yok.
'İstanbul Sahilhaneleri' kitabının da aralarında bulunduğu Boğaziçi ile pek çok kitabın yazarı olan Orhan Erdenen, İmparatoriçe Eugenie'nin köşk ile bağlantısını şöyle anlatıyor: "3. Napolyon'un en parlak dönemi. Sultan Abdülaziz de Avrupa seyahatinde bir hayli sükse yapmış. İmparatoriçe İstanbul'a geldiğinde, hem kendisine hem maiyetine kalacakları bir saray arayışı başlamış. Eugenie, en çok bugün Kemik Hastalıkları Hastanesi olan Baltalimanı'ndaki Mediha Sultan Sarayı'nı beğenmiş ve İstanbul'da olduğu süre boyunca hep orada kalmış. Maiyeti ise Huber Köşkü'nde kalmış."
Köşkün tarihteki sahipleri
Köşk, Osmanlı ordusunun silah gereksinimlerini karşılayan bir komisyoncu olan Huber ailesinin ismi ile anılıyor. Huberler, Osmanlı İmparatorluğu'na son yarım yüzyılında silah satan Kurupp firmasının Türkiye temsilcisi. Krupp tarafından dökülen zamanın toplarını Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'nin bahçesinde görebilirsiniz. Huberler, Almanya'nın yazlık elçilik binasına yakın olması dolayısıyla bu köşkü özellikle tercih etmiş. Ölçüsüz bir servete sahip olan Huber ailesinin köşkte verdiği davetler, zamanında İstanbul sosyetesinin ilgi odağıymış. Yazar Murat Belge, İstanbul sosyetesinin köşkün sahibi Auguste Huber'in eşinin giyiniş ve davranışlarına bakarak batılı hareket etmeyi taklit ettiğini anlatıyor ve ekliyor "Oysa Frau Hüber, bulunduğu noktaya sirkte at üstünde gösteriler yaparken, zengin bir koca bulmayı başararak geldi." Köşkün bahçesindeki manejler de bu bilgiyi doğrular nitelikte. Huber Ailesi, 1. Dünya Savaşı yenilgisinin ardından, İstanbul'un işgalinin hemen öncesinde şehri terk ederek Almanya'ya dönmüş. Köşk, Agustine Huber'in ölümünden sonra sahipsiz kalmış. Çelik Gülersoy, Huber Köşkü üzerine kaleme aldığı bir yazısında köşkün sonraki sahiplerini şöyle anlatıyor: "Hukukçu ve iktisatçı olan, İttihat ve Terakki erkanından, Şirket-i Hayriye'nin başı Necmettin Molla, Almanya'ya gidip yalıyı oradaki mirasçılarından çok ucuza kapamış. Sonra da Hıdiv İsmail Paşa'nın torunlarından Mısır Prensesi Kadriye'ye satmış. Ne var ki, Boğaz iklimi, sıcak iklime alışmış olan Prenses Kadriye'ye sert gelmiş. Bu yüzden de yalıda uzun müddet oturamamış. İşte o zaman Notre Dame de Sion'a hibe etmiş..." Köşkün tapuda kayıtlı olduğu Therese Clement ve Maria Aimee Odent adındaki rahibelerin ölümünden sonra 1973'te yönetim kurulu başkanının Tahir Çebi olduğu, 14 ortaklı Boğaziçi İnşaat ve Turizm şirketi, malikaneyi ve müştemilatını varislerden 11 Milyon liraya satın almış. Niyetleri otel yapmakmış ancak Anıtlar Kurulu inşaat izni vermemiş. Hazineye devredilen Köşk, 1988 yılında Cumhurbaşkanlığı'na geçmiş.
Mimari hareketleri
Konu ile görüştüğümüz restoratör mimar Prof. Dr. Afife Batur, köşkün en az iki, daha büyük olasılıkla üç aşamada tamamlandığını belirtiyor. İlk binanın mimarı ve inşa tarihi kesin olarak bilinmiyor. Ancak yapının ikinci evresinde ana binaya yapılan bazı eklemelerin, İstanbul'da bulunduğu dönemde önemli eserlere imza atan İtalyan mimar Raimondo D'Aranco tarafından yapıldığı kesin. Batur, Huber Köşkü'nün anıtsal görünümünü ve eşsiz perspektifini büyük ölçüde D'Aronco'nun düzenlemeleriyle kazandığını belirtiyor.
Köşkün mimari karakteri art nouveau olarak tanımlanıyor. Bu köşkün Boğaz'daki diğer yalılardan ayrılan ve dünyada da hemen hemen görülmeyen bir özelliği var. İktisatçı-yazar Orhan Erdenen bu özelliği şöyle açıklıyor: "Mimarisi Çin, Hint, İran, İslam, Osmanlı ve Avrupa üsluplarının bir karışımı. Adeta ayrı ayrı milletlerden mimarlar nöbetleşe çalışarak yapıları tamamlamışlar gibi..."
Köşkün koru/batı yönünde, çatının baca sağ kenarında kabartma Grek başı ile altında Latince 'Salve' yazısı okunuyor. Salve, Latincede kurtuluş anlamına geliyor. Bir silah tüccarının köşkünün üzerinde 'barış' yazması da oldukça ironik!
Huber Köşkü, mimari özelliklerinin yanı sıra, 34 hektarlık korusuyla, Boğaziçi'nin en geniş yeşil alanlarından biri aynı zamanda.
Restorasyon çalışmaları
Köşk'ün 1995-1997 yılları arasında geçirdiği restorasyon projesinin başında yer alan Prof. Dr. Afife Batur, İtalyan mimar D'Aronco hakkında yaptığı araştırmalar sonucunda köşke birçok kez ziyaretlerde bulunmuş. 1980 yılında İtalya'da mimar hakkında düzenlenen uluslararası bir sempozyuma konuşmacı olarak katılmış. İstanbul'da tatmin edici belgelere ulaşamayınca, İtalya'ya giderek Huber Köşkü ile ilgili yazılı ve görsel kaynakların izini sürmüş. Oradan elde ettiği dokümanlarla İstanbul'a döndüğünde Anıtlar Yüksek Kurulu'na köşkün tarihi ve mimari önemini anlatarak, korunmaya alınması gerektiği ile ilgili bildirimde bulunmuş. Yıllar sonra köşkün kamulaştırıldığını öğrendiğinde Batur, Boğaz'daki diğer acı örnekler gibi Huber Köşkü ve Korusu'nun yok olmasının önüne geçildiği için çok mutlu olmuş. Köşk, Cumhurbaşkanlığı rezidansı olarak kullanılmaya başlandığında ise Batur'un deyişiyle "acele ve bilimsel kurallara aykırı" bir restorasyon yapılmış. 1995 yılında Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığı döneminde köşkün ikinci kez restore edilmesi kararlaştırılmış ve işi Alarko Holding üstlenmiş. Projeyi, Alarko Holding ile yapılan anlaşma ile cumhurbaşkanının mimari konulardaki başdanışmanı Coşkun Karadeniz'in önerisiyle Tasarımevi'nin mimarlık şirketi hazırlamış. Tasarımevi'nin kurucusu olan Prof. Dr. Afife Batur, projenin başkanlığını yürütmüş.
Bu çalışmada, köşkün dış cephesi aslına uygun olarak restore edilmiş. Udine Kent Müzeleri Arşivi'nde bulunan 'Casa Huber' adına kayıtlı 82 adet özgün çizimden de faydalanılmış. Yapılan laboratuar analizleri ile beyaza boyalı ahşap yapının özgün renginin tahin renginde olduğu tespit edilip, köşk orijinal rengine boyanmış. Binanın dış cephesi ve bahçedeki heykellerin tamamı restore edilmiş. İç mekan restorasyonuna geçemeden bürokratik sebeplerle ödenekleri kesilmiş ve proje yarım kalmış.
Proje Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun da oybirliğiyle onayı alınmış. Ancak Prof. Dr. Afife Batur'un Koruma Kurulu'nun aynı zamanda başkanı olması dolayısıyla aradan üç yıl geçtikten sonra Batur, Kültür Bakanı İstemihan Talay döneminde görevinden alınmış. Afife Batur, "Hem projede hem de Koruma Kurulu'nda olmamdan ötürü, benden başka nedenlerden dolayı rahatsız olanlar onu gerekçe göstererek kuruldan alınmamı sağladılar. O dönemde Beykoz ve Sarıyer'de SİT alanı kararı çıkarmıştım. Bu kararların çıkmasına vesile olduğum için büyük bir iç huzuru duyuyorum" diyor.
Özal ve Demirel dönemi
Afife Batur, restorasyon esnasında soğuk ve rüzgar nedeniyle çok zorlu şartlarda ancak büyük bir aşkla çalıştıklarını anlatıyor. Binada zaman içinde ne gibi değişiklikler olduğunu sorduğumuzda ise "1978'de köşkü gördüğümde, İtalya'daki orijinal belgelerle kıyasladım ve o güne kadar büyük değişiklikler yapıldığını gördüm. Mutfağını çok iyi hatırlıyorum. Huberler, Avrupa'nın en şık mutfaklarından birini bu köşkte kurmuştu. Tamamen özgün haliyle duruyordu. Ancak Semra Özal döneminde ciddi değişiklikler yapıldı. Benim duyduğum iç dekorasyon projesi Beymen'e yaptırılarak mutfak ve banyolar değiştirildi, modern hale getirildi. Çok yazık oldu. Duvarlardaki alçı kabartmaların üzerleri yeşile, maviye boyanmıştı."
Orhan Erdenen "Maalesef Semra Özal, mutfağın bir kısmını yıktırdı. Banyolar da eski sistem olduğu için değiştirildi" diyor. Her yeni gelen cumhurbaşkanının köşkte değişiklik yaptığını anlatan Erdenen, hatta Demirel döneminde köşkün bahçesine –SİT alanı olmasına rağmen- ilave binalar yaptırıldığını söylüyor.
Küçük bulduğu için köşkü sadece protokol amaçlı kullanan Süleyman Demirel döneminde bahçeye cumhurbaşkanının ikameti için iki katlı dört blokluk bir kompleks yapıldı.
Ayrıca, yabancı devlet adamlarını ağırlamak için yine iki kat ve dört blokluk Devlet Konukevi inşa edildi. İki bina arasına da havuz yapıldı. Bu inşaatlar, Anıtlar Kurulu'nda istifalara yol açtı. Boğaz'daki yağmayı siyasetçilerin körüklediğini ileri süren iki profesör istifa etti. Bu isimlerden ilki, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakkı Önel, diğeri ise, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr Nuran Zeren. Köşkteki orijinal eşyaların akıbeti bilinmiyor. Erdenen, cumhuriyetin ilk yıllarında Boğaziçi'ndeki diğer tüm yalılar gibi Huber Köşkü'nün de muzdarip olduğu talanı şöyle açıklıyor: "Köşkün orijinal eşyaları, cumhuriyetin ilk yıllarında haraç mezat satıldı. Hemen hemen bütün yalılarda aynı yanlışlık yapıldı. Çünkü hanedan soyu yurtdışına çıkarılınca hepsi boş kaldı. Eşyalar o kadar feci bir şekilde satıldı ki... Sokaktan geçen bir eskiciye verir gibi orijinal eşyaları gitti.
Hayrünissa Gül dönemi
Hayrünissa Gül'ün Huber Köşkü'nün dekorasyonuyla ilgilendiği haberlerine Afife Batur'un yorumu ise şöyle; "Hayrünissa Hanım ile birlikte umarım bilimsel yöntemler uygulamaya başlanır. Köşk yeniden kullanılacaksa iç mekanın elden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü restorasyon yapıldığı zaman ileride daha pahalıya mal olur, pek çok şey kaybedilir. Cumhurbaşkanlığı'nın mülkiyetindeki bir kültür varlığının kaybedilmesi söz konusu olamaz. Bütün projeler hazır. Koruma Kurulu'ndan da onaylı. Sadece gidip belediyeden inşaat ruhsatı alınacak aşamada. Restorayonlarının başlatılması lazım."