- Tüm kamu hastaneleri birleştirildi (SSK Hastanesi, Öğretmen Hastanesi, PTT Hastanesi, Demiryolu Hastanesi vs).
- SSK, Bağkur, Emekli Sandığı, Yeşilkart gibi devletin sigorta kurumları birleştirilip SGK çatısı oluşturuldu.
- Genel Sağlık Sigortası çıkarıldı ve tüm nüfusu kapsadı.
- Özel sağlık kuruluşlarından hizmet satın alındı ve %35’e varan bir hizmet sunumunu özel kuruluşlar gerçekleştirdi.
- Vatandaşın istediği hastaneye, doktora gidebilmesi ve istediği eczaneden ilaç alması sağlandı.
- Aile hekimliği sistemi kuruldu ve işletilmeye başlandı.
- Ve en son kamu hastane birlikleri oluşturuldu.
Daha bir sürü değişimler yaşandı ama makro değişimleri özetlemek istedim.
Türkiye bugün GSMH’sinin %6.4’ünü sağlığa harcayarak vatandaş memnuniyetini %77 gibi çok üst bir seviyede tutabilmektedir. Üstelik bunu 700 bin sağlık çalışanıyla -ki ihtiyacın en az %50 altındadır- yapmaktadır.
Vatandaşın adalet sisteminden memnuniyetinin %40’ın altında olduğu düşünülürse sağlığın diğer kamu hizmetlerine göre durumu daha iyi anlaşılabilir.
Peki buraya kadar güzel de bugüne ait sorunlara ve geleceğe ait risklere göz atalım:
2002’de yılda 2.1 defa doktora ulaşabilen vatandaşın 2012’de yılda 8.1 defa doktora sadece sağlığa kolay ulaşabilmesi bile memnuniyeti arttırır ama vatandaş çabuk alışır. Önce kolay ulaşımdan rahatlar sonra da kalite (tedavi edilmek) ister. Sistemde, teknolojide, altyapıda yapılan hızlı iyileştirme maalesef insan kaynaklarında yapılamadı. Türkiye OECD ortalamasının yarısı sayısında doktor (120 bin) ve üçte biri seviyesinde hemşire (115 bin) ile bu hizmeti sunmaktadır. Bunun getirdiği yoğunluk sağlık çalışanı memnuniyetini %40’lara indirdi. Bu; kantite artarken kalitenin düşebileceğinin en önemli göstergesidir.
Türkiye hasta ve tıbbi malzemede büyüklüğüne yakışmayacak bir dışa bağımlılık göstermektedir. Bu konuda geç kalınmış olacak ki tıbbi malzemelerin %90’ı ithalata dayalıdır. Hemen tamamı iyi bir teşvikle Türk yatırımcısı tarafından üretilip ihraç da edilebilir.
Üniversitelerimiz (tıp fakültesi hastanelerimiz) Sağlıkta Dönüşüm’de kanaatimizce sahipsiz kaldılar. Finansmanları iyi planlanamadı, yeterince yenilikçi, yaratıcı davranamıyorlar. Sisteme iyi yetişmiş eleman yetiştirmekte zorlanıyorlar ki bu belki de sağlık sistemimize en büyük zararı verecektir.
Türkiye %7’si 65 yaşın üstünde olan genç bir ülke (Avrupa’da nüfusun %20’si 65 yaş üstü). Hem sağlığın iyi yönetilmesi hem de genç nüfusumuz sayesinde yılda kişi başı 750 dolar harcayarak sağlıkta iyi şeyler yapıyoruz. Ancak nüfusumuzun %20’sinin 65 yaş üzeri olması durumunda harcamamız kişi başı yıllık 2000 doları geçmek zorundadır. Bu da yıllık 150 milyar doların sağlığa harcanması demektir. Bu çok büyük riskin iyi hesaplanmaması, kaynakların doğru kullanılmaması halinde bizi nasıl bir geleceğin beklediğinin bilinmesi çok önemlidir.
Sağlık hizmetinde kamu ve özel kuruluşlar olarak bu kadar hızlı ilerlemeye rağmen yıllık 0,5 milyar dolarlık sağlık turizmiyle bu alanda dünya pazarında yüzde 0.5 bile değiliz. Bu genç nüfusla katma değeri yüksek bu hizmeti mutlaka dünyaya ve komşularımıza sunup ülkemize kaynak kazandırmalıyız. Bunun için son zamanlarda hükümetin çok olumlu teşvikler çıkarmaya başladığını ve devam ettireceğini bilmek memnuniyet vericidir. Ülke imajının ve tanıtımının sağlık turizminde en önemli unsur olduğu biliniyor. Sayın Başbakanımızın talimat vermesi durumunda kurulabilecek kamu destekli bir ajans, bizim de verebileceğimiz (özel sektör olarak) katkıyla hükümetimizin 2023 vizyonuna çok ciddi katkılar sağlayabilir.
Sağlıkta sosyal devlet, sağlıklıyken halkından vergi alıp hastalandığında insan onuruna yakışacak şekilde onun için harcamaktır. Vatandaştan sağlıklıyken bu bedelin temin edilmemesi durumunda borçlanma ve bütçe açıklarıyla bu durum finanse edilir veya vatandaş hastalanınca cebinden harcar.
Sağlığın finansman biçimine iyi karar verilmelidir. SGK’nın sağlık ve emeklilik sistemini primlerle finanse etme imkânı kısa ve orta vadede yoktur. Öyle ki gelirler giderlerin %57’sini karşılıyor. Durum böyle iken sürekli SGK’ya uygulanan ‘açık veriyorsunuz’ baskısı sağlıkta 6 yıldır fiyatların artmamasına yol açıp hizmet sunucuları için sürdürülemez bir durum oluşturuyor.
Tamamlayıcı sigorta dediğimiz, devletin ödemediği hizmetleri veya vatandaşın ödeyeceği fiyat farkını ödeyecek bir sağlık sigortasının ivedilikle sisteme monte edilmesi gerekir. Bu konuda GSS’de gerekli değişiklikler yapıldı ama hıza ihtiyacımız var.
Avrupa’da %50’ye yakın olan özel ve tamamlayıcı sağlık sigortasının Türkiye’de %2,5 düzeyinde olması kötü kaynak kullanımının en büyük göstergesidir.
Bir de tabii özel sağlık kuruluşlarımız; vatandaş memnuniyetindeki ana unsurun özel sağlık kuruluşlarının sisteme katkısı olduğuna inanıyoruz. O kadar çok alanda (yoğun bakım, acil, diyaliz, kanser, transplantasyon gibi) vatandaştan fark almadan hizmet sunmamız isteniyor ki maliyetler gerçekçi hesaplanmayıp bir de 6 yıldır fiyat artışı yapılmadığında bu hizmeti sunmak imkânsız hale geliyor. Vatandaşın rızasının ve bilgisinin olduğu durumlarda acil olmayan bir hastanın özel kuruluştan hizmet alırken ödeyeceği fiyatın sınırlanması, bir de özel kurumlara kadro, yatak, büyüme ve yeni hastane açma kısıtlarının beraberinde getirilmesi bizlerin hedefsiz kalmasına sebep olmaktadır. Yeni ve sürdürülebilir bir düzenlemeye acilen ihtiyaç vardır.
Hekim birliklerinin ve sağlık çalışanı sendikalarının daha fazla dikkate alındığı ama onların da daha az siyasi davrandığı bir ortamın çalışan memnuniyetini arttıracağını düşünüyoruz.
Değerlendirmede objektif olmaya çalıştım.
Görüldüğü gibi;
- Vatandaş memnun, artıda
- Siyaset memnun olmalı, bütün bu yapılanlar oya yansıyor, artıda
- Sağlık çalışanlarının memnuniyeti %50’nin altında, ekside
- Sosyal güvenlik ciddi açık veriyor. Finansman dengesi iyi ayarlanmamış, ekside
- Özel hizmet sunucuları ve
üniversite hastaneleri zararda ve ekside,
Tüm paydaşların memnun olduğu bir sağlık sistemi sürdürülebilir olur. 10 yıl öncesinde daha iyi olduğumuz kesin. Daha iyi olmak için çok yolumuz var.